Tuesday 31 January 2012

Üzülmeyi Hak Etmek mi Gerekir?

Deli gibi mutsuz, ve manyak gibi depresyonda olabilirim.
Peki neden?
Eğer bu "Neden" sorusuna verilebilecek doğru düzgün bir cevabım yok ise - ki yok- burada kendime işkence etmeye başlıyorum. Benden maddi ve manevi olarak çok daha kötü durumda olanları düşünüyorum. En yakın arkadaşından kazık yemiş olanları, parasız pulsuz sokakta kalanları, sevdiğini ölüme verenleri falan düşünüyorum. Onların içinde benim gibi derin duygusal çöküntüler yaşamayan insanların da olduğunu biliyorum. Peki onlar bu kadar üzülmez iken ben sadece yalnız olduğum için bu kadar üzülmeyi, bu kadar mutsuz olmayı nasıl kendimde hak görebilirim. Bu düpedüz şımarıklık. Allah daha beter dert vermesin diyip oturmam gerekiyor aşağı. Ama duygularını mantık ve akılla bir yere kadar manipüle edebiliyorsun işte.

Zaten mutsuzken yapılabilecek en kötü şeylerden biri herhalde bu mutsuzluğu bile yaşayamamak. Duygularını yanındakilerden saklamak. İşe gidip, annene gidip, okula gidip mutsuz değilmiş gibi yapmak. Ama bundan daha da kötüsü bu mutsuzluğu kendinden saklamaya çalışmak olsa gerek. Kendine bu mutsızluğu yaşama hakkı vermemek daha doğrusu. Ama dediğim gibi mutsuzluğu yok etmiyor, sadece kendi bilinç seviyenden bile saklıyorsun bu durumda. Ya da saklayamıyorsun. Bu durumda kendi içinde bir anne ve bir çocuk yaratıyorsun. Anne çocuğa bağırıyor: "Ağlama dedim sana, kendi düşen ağlamaz, sızlanmaya hakkın yok senin, ağlama çarparım bi tane" bunları söylerken de iki eli ile çocuğun omuzlarından sallıyor onu. Çocuk, ağladığı her ne ise, onun üzerine bir de azarlanmanın üzüntüsünü yaşıyor. "Ama ağlamamı kontrol edemiyorum ki" diye sessizce ve hıçkırıklar içinde konuşmaya çalışırken suratına yediği şamarın etkisiyle sessizliğe bürünüyor. Artık dudaklarını kapatarak, nefesini hıçkırmamak için sıkarak, ara ara kesik ve derin nefesler alarak ağladığını belli etmemeyi, ağlamayı kontrol etmeyi yazık ki öğreniyor.

Peki üzülmeyi hak etme için ne yapmak lazım. Bir uzvunu mu kaybetmeli insan, ya da sokakta mı kalmalı, tecavüze mi uğramalı kahrolur derecede üzülebilmek için. Mutsuzluğu hak mı etmek lazım.

Bir skala dağıtılsın. Mutsuzluk ölçülsün ve bir birimi olsun mesela. "Mtz". 0-100 arası bir değeri olsun. Birisi babasını kaybettiğinde 50-80 Mtz arası üzülsün. İşsiz kaldığından 10-30 Mtz arası. Yalnızlıkta da en fazla 20Mtz üzülsün normal bir insan. Peki merak ediyorum; babasını kaybetmiş biri ile arabası ile kaza yapmış birinin, ya da bir sınavdan kalan ve onu en yükseğin bir altı puanla geçen iki öğrencinin mutsuzlukları eşit olamaz mı. Kısacası birinin çok kötü bir olay için hissettiği mutsuzluk derecesini, ben, çok da kötü olmayan bir olay karşısında da hissedebilir miyim? Cevap "Evet". İyiki mutsuzluğun bir birimi yok, yoksa saçman sepelek olaylara 99Mtz civarında üzüntüler duyduğum belgeleneilirdi.

Bunu en iyi çocukların üzüntülerine bakarak da görebiliriz. Bir çocuk oyuncağı kırıldığı zaman etinden et koparılır gibi hıçkıra hıçkıra ağlayabilir. Bu mutsuzluk, muhtemelen bizim bir iş yerinden kovulduğumuzda duyacağımız mutsuzluk ile eşdeğerdir. Olaylar arasında dağlar kadar fark olsa da hissedilen üzüntü derecesi aynıdır.

Toparlamak gerekirse, Mutsuzluğumuzu kendimizi telkin ederek azaltmaya çalışmamız sağlıklı bir davranış olsa da, bunu yaparken kendimizi daha da hırpalamamaya özen göstermeliyiz. Mutsuzluk da, üzülmek de bir hak. Herkesin dilediği olayda dilediği kadar üzülmeye hakkı var. Elimizde değil ki her şey! Neden tüm duygularımızın kontrolü elimizdeymiş gibi yükleniyoruz ki kendimize. Biz Tanrı değiliz. İnsanız.

No comments:

Post a Comment