Saturday 3 December 2011

Çocuğa dayak

Çocukluğuma dair hatırladığım çok mutlu anılarım yok. Keşke olmasaydı dediğim birçok anı var sadece; ve bunları değil yazmak, tekrar düşünmek bile çok zor. Ama yazdıkça iyi hissedicem kendimi, paylaştıkça iyi oluyor, hem benim için, hem de benzer şeyleri yaşamış birileri varsa orda, onlar için.

Kadından çok çocuğa karşı şiddet dolu bir evde büyüdüm ben. Çocukken babam beni dövmeye başladığında altıma kaçırdığım için tuvalete oturtup dayağa öyle devam ederdi. Dayağın sebebi olmaz gerçi ama şiddetin nedenlerini ve boyutlarını anlamak için bu sebepleri anımsamaya çalışıyorum. Kimi zaman yemek yemediğim, kimi zaman da birşeyleri tutturup inat ettiğim için dayak atarlardı bana. Büyüdükçe eteğimin boyu ve sabah kalkıp babama kahvaltı hazırlamadığım için de dayak yedim. Çok uzun bir süre hiçbir erkek arkadaşımın kemerini çıkarma sahnesine bile bakamadım. Sadece fiziksel değildi şiddetin boyutları, psikolojik şiddet de vardı. Hakaretler, güven kırıcı sözler hala bile içimi burkar hatırladıkça.

Bu şiddetin İstanbul'un orta yerinde doktor bir anne ve kadın doğum uzmanı bir babanın evinde yaşandığını da çok geçmeden belirtmek isterim. İnsanlar dışardan baktıklarında anlayamazlardı içerideki şiddeti. Gizli saklıydı yaşadığımız şiddet. İlkokula başladığımda, daha altı yaşındayken tüm okul arkadaşlarıma teker teker evde dayak yiyip yemediklerini sorduğumu hatırlıyorum. Hepsi dayak yemediklerini söylemişlerdi. O zaman yaşadıklarımın "normal" olmadığını farketmiştim. Bu normal kavramını tam açıklayamasak da herkesin içinde bir "normaller" silsilesi var ve dayağı bu listeden daha o yaşta çıkarabildiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi. Eve gelip olanları anneme anlattığımda, ve bana, arkadaşlarımın yalan söylediğini ve aslında herkesin dayak yediğini söylediğinde ona inanmadım. Çünkü ben doğruyu söylemiştim herkese, çocuk aklıma göre onlar da bana doğruyu söylemiş olmalıydılar. Benim tüm sınıfa evde dayak yediğimi söylemem annemi sinirlendirdiğine göre asıl dayak atmak utanılacak birşey olmalıydı.
İlkokul 5. sınıf öğrencisi iken geleceğe dair çok uzun planlar yapmıştım. Evde kalıp dayağa ve psikolojik şiddete katlanmamın tek sebebinin kendime yetecek kadar paramın olmaması olduğunu biliyordum ve bu şiddetten kaçabilmek için çok para kazanmam gerekliydi. Onun için çok çalışıp iyi bir Anadolu Lisesi'ne, oradan da iyi bir üniversitenin en iyi bölümlerinden birine girecektim ve mezun olduğumda iyi para kazanabilecektim böylece. Para sayesinde arkamı dönüp gidebilecektim. Önce Nişantaşı Anadolu Lisesi, oradan Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümlerini bitirdim. Ardından Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde masterımı tamamladım. On bir yaşındaki o küçük kızın planlarına çok uzunca bir süre sadık kaldım. Şimdi işimden mutlu muyum, hayır. Hayatımdan dayağı çıkardığında muhtemelen bambaşka bir kariyerim olurdu. Ama kimseyi suçlamıyorum. Seçimler ve sorumluluk yine de tamamen bana aittir.

Ortaokul ikinci sınıfın yazında sırtımdaki kamburluktan ötürü fizik tedaviye gidiyordum. Üç aylık bir sürecin ikinci ayını tamamlamak üzereydim. Genelde babam evden çıkmadan yataktan kalkmamaya alışmıştık kardeşimle. Korkuyorduk ondan. O sabah yine yataklarımızda beklerken babam aniden odama girdi ve yataktan beni sürükleyerek kaldırdı. On üç - on dört yaşlarındaydım. Erken kalkıp ona kahvaltı hazırlamadığım için kızgındı bana. Dişlerini sıkıp ağzından tükürükler saçarak konuşuyordu. Bense çoktan öğrendiğim gibi sadece susuyordum. Bir süre birkaç tekme ve tokattan sonra sinirinin geçtiğini sanmıştım. Ama yanılmışım. Yavaş hareketlerle kapının arkasında asılı duran pantolonunu aldı ve kemerini sıyırarak çıkardı. Çok uzun bir süre hiçbir erkek arkadaşımın kemer çıkrma sahnesine katlanamadım bu yüzden. Cinsellik, dayak, baba ve erkek arkadaş kavramları uzun bir süre birbirine karıştı hep kafamda. Bu sefer bir cezalandırıcı gibi dövüyordu beni. Dayağın iki türü olduğunu keşfettim o anda. Biri başlangıçtaki gibi hırs ve sinirle atılan dayak, diğeri bir psikopatın karşısındakini ezmek ve cezalandırmak için attığı dayak. Araya girmeye çalışan yedi yaşındaki kız kardeşim de kemerden nasibini almıştı. O küçücük kalbi ve bedeniyle araya girmeye çalışması hala çok duygulandırır beni. Ertesi gün oldu ve ben fizik tedaviye gittim. Hiçbir hareketi yapamadığımı gören fizyoterapist kadın bana ne olduğunu sorduğunda sırtüstü düştüğümü söyledim ona. Sırtıma bakmak istedi, önüne oturdum, sırtımı açtı, morarmış kemer izlerini gördü ve hiçbir şey söylemedi. Ben de hiçbir şey söylemedim. Şimdi düşünüyorum da benim önümde sırtında kemer izleri olan on üç yaşında bir kız otursa birşeyler yaparım. Bir insan olarak, karışmaya hakkım var, hatta karışma ve birşeyler yapma "sorumluluğum" var. Bu aile içinde kalacak bir konu değil, hukuki ve ahlaki boyutları olan bir insan istismarı. Babamı polise şikayet etmeyi düşündüm. Bunu anneme söylediğimde bana şiddetle karşı çıktı. Bağırıp kızarak sindirdi beni. Babamın yanında yer alarak karşıma geçmiş oldu böylece. Şimdi ondan korktuğum ve polise gitmediğim için çok pişmanım.

Dayak konusunda anlatılacak o kadar çok şey var ki, düşünceler kafamda uçuşuyor ve dökülürcesine yazıyorum. Bazı olaylar çok kanıksanmış, bazıları ise çok yer etmiş kalbimde. Ama ben çok şanslıydım. Bunu normal kabul etmediğim için çok şanslıydım, bundan kurtulma motivasyonu ile de çok şeyler başardım. Çok zor işlerde çok zor şartlarda da çalıştım. Ama çok da korktum hayattan. Erkeklerden de çok korktum. Şimdi biraz da yardım alarak çözümlüyorum bunları. Babamla hiç görüşmüyorum ve tek başıma korkularımdan sıyrılmaya çalışıyorum. İnsan gibi yaşama şansım da var şimdi. Yıllar sonra. Şükürler olsun...

No comments:

Post a Comment