Friday 20 April 2012

Dönüş biletin var mı?

Son zamanlarda içime dokunan, bana koyan çok fazla cümle var. En çok koyanı da bu sanırım:
"Dönüş bileti de aldın mı?"

Sevgi dolu bir insanım ya, kalkıp eski sevgilimin yanına gitmek istedim. Beni hala sevdiğini düşündüğüm adamın yanına. Bunu düşünüyor olmam da ayrı bir salaklık macerasına girer ya neyse. 10 saat zaman farkı olan bir yerden bahsediyoruz. 17-18 saat uçuş var. Aktarması, aktarma vizesi de cabası. Hepsini ayarladım. Havaalanından kalkan tren seferlerine bile baktım. Hediye aldım, bir de bizim hikayemizi anlatan resimli, fotoğraflı, yazılı bir defter de hazırlıyorum. Tekrar birlikte olmak istiyorum diye...

Aradım, normalde sürpriz yapmak istiyordum ama korktum. Abuk bir manzara görmekten korktum, onu orda bulamamaktan korktum, tepkisinden korktum falan. Ve mesaj atıp ona geleceğimi söyledim. Ertesi gün beni aradı ve "Gelme" dedi. Bu kadar basit. O bir zamanlar beni seven, koruyan, kollayan, üzerime titreyen, bana aşık olan adam hiçbir değerim yokmuş gibi konuştu benimle. "Hiçbir şey ümit etme" dedi. Ve son olarak da "Dönüş biletin var mı?" diye sordu bana. Uzun zamandır bu kadar üzülmemiştim. Herşey bu kadar basitmiş. Gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım şu an. Gitmek konusunda çok emindim halbuki. Şimdi gitsem bile onu son bir kez görüp vedalaşmak için giderim. Otel ayarlamayı bile düşünüyorum. Döndüğümde de temiz yeni bir başlangıç yaparım, burda birlikte yaşadığımız evden taşınır, yeni eşyalar alır ve onunla tüm bağımı koparırım gibi hissediyorum. Şu an onu arayıp sesini bile duymak gelmiyor içimden.

Ben neden böyleyim?
Neden biri beni istemediğinde dönüp arkamı gitmek yerine ısrarla üzerine gidip bir de suratıma suratıma reddedilmek arzusu mu duyuyorum? Yoksa küçükken fazla Türk filmi izlemekten beynim sulandı ve beni gördüğünde çok etkileneceğini, aşkının depreşeceğini ve sonsuza kadar mutlu yaşayacağımızı mı umuyorum?

Bazen bir cümle, bir olay ne kadar da etkiler bizi. Kararlarımızı, kaderimizi, hislerimizi. Bir cümle ile yargılamak gerekir belki de insanları, bir cümlede yaftalamak ve bir cümlede soğumak gerekir. Çok kırgınım.

Tuesday 17 April 2012

Obsesyon

Bir miktar sıkıntılı bir durum.
Bir de hassas ki sorma gitsin.
Takıntı anlayacağınız.

İnsanı deli eder, sarhoş eder, referansını kaybedersin, değerlerini, mantığını, sağduyunu alır götürür. Nerede durduğunu, nereye gideceğini bilemezsin.

Sabrın kalmaz. Aksiyon istersin, hep bir şeyler olsun, beklenilmesin, hemen olsun istersin. Zorlarsın. İttirirsin. Zor kullanabilme ihtimalin bile vardır.

Peki neden? Ne oldu da buraya düştüm? Başka insanların kenarından dolandığı bu kuyuda benim ne işim var?

Geçmişe mi gideceğiz yine? Nasıl bir çocukluk geçirdiğimize mi döneceğiz? Herşeyin eskilerle ilgisi var demek. İyi de belki burada başka birşey daha var. Bu zamanda, adanmışlıkta bir miktar şimdinin de payı olabilir mi? Obsesyonun odağındaki insanın bir kalıcılığı olamaz mı hayatımızda?

Hayat bu kadar keskin çizgilerle mi çizilmiş. Anlayamıyorum.
"Bir kere ayrılırsan, 6 ay geçtikten sonra tekrar birlikte olamazsın"
"Obsesyon yalnız ve yalnız seninle ve geçmişinle ilgilidir"
"Kıskanç ve güvensiz bir adam her zaman kıskanç ve güvensizdir"
"O kız durmamıştır bir haltlar karıştırmıştır"
"O adam 6 ayda 10 kız götürmüştür"
"Kesin bir başkası var, yoksa seni bu kadar itmezdi"

Böyle mi? Bilmiyorum.
İnanıyor muyum? Çoğuna.

Sadece boş yere kırılan kalpler var gibi ortalıkta,
Ne lafımı, ne konuyu toparlayamıyorum.
Bir ara anlatıcam, ama şimdi önümü göremiyorum...

Saturday 7 April 2012

İş görüşmesi1- Patron şirketi

Dört ay kadar bir süre işsiz kalmış ve bu süre zarfında birçok iş görüşmelerine gitmiş biriyim. Şu an işim var ve çalışıyorum ancak o iş görüşmelerinden bazısını gerçekten çok gülerek hatırlıyorum. Kimisinde ben çok komik kaçmışım, kimisinde muhabbet saçmalamış.
Ilkinden başlıyorum:

CV mi kariyer web sitelerinden bulmuş ufak çaplı bir şirket. Adını bile hatırlamıyorum. Sanırım GPS cihazları satan bir şirketti. Ben saçımı yaptırdım, şık bir şekilde giyindim ve görüşmeye gittim. beş dakika da geç kaldım ama sorun olmaz diye düşündüm. Zira onlar da beni bir yarım saat beklettiler ben sorun yapmadım yani.

Kapıdaki sekreter kadın beni içeri aldı. İçeride "Patron" diye tabir edebileceğimiz bir adam kocaman masasının arkadında oturuyordu. Ben girdim içeri, adam yerinden bile kalkmadı, masasında oturmaya devam etti. Ben elimi uzattım "Mrhaba ben Equalfinger"dedim adımı ve soyadımı söyleyerek. "Merhaba" dedi. "İsminizi alamadım" dedim O da tam net hatırlamamakla birlikte "Ben Orhan" gibi kısaca sadece ismini söyledi. Adam kimdir ne iş yapar, ben hademeyle mi görüşüyorum şu an kimle görüşüyorum tam da bilemeden başladık konuşmaya.

Adam bana işi anlattı. Benim için basit bir iş. Tenik ekiple konuşup müşteriler için kullanım klavuzu hazırlıyorsun. Ayrıca müşteri ufak tefek modifikasyonlar isterse teknik ekibe bunları anlatıp yaptırıyorsun. Koskoca Boğaziçi Elektrik Elektronik mezunu insanım, kendimi de biraz ağırdan satmak adına adam bana iş hakkında ne düşündüğümü sorduğunda "Benim qualifikasyonlarım ile işin  gerektirdiklerinin örtüşmesi de önemli" gibi bir cümle sarfettim. Adam bunu resmen poposundan anlayıp ben işe fazlayım demek isterken benim işe az geleceğimi ima ettiğimi sandı. CV me baktı, "Qualifikasyonlarınız fena değil, yapabilecek gibi duruyorsunuz bu işi" gibi birşeyler söyledi. "Aaaah, güldürme beni Orhan" demedim. sadece gülümsedim.

Eski iş yerimden neden ayrıldığımı sordu. İlk işimden artık beni tatmin etmediği için ayrıldığımı söyledim. İkinci işimden ayrılmamın ise kişisel ve özel bazı sebepleri var diye konuyu kapattığımı sanırken ben, adam tuhaf bir kontratak ile: "Bakın, ben sizi tanımıyorum, siz de beni tanımıyorsunuz, bence bunu bana söyleyebilirsiniz" dedi. O an bir kahkaha krizine girmedim tabii yine tuttum kendimi ve zaten absürt olan olay biraz daha komik olsun, ilerde gülerek hatırlarım diye başladım anlatmaya: "Ben nişanlıydım, nişanlım yurt dışında çalışmaya başladı ben de oraya gidecektim ama sonra olmadı" gibi gereksiz bir açıklama yaptım. Yeni ayrılmış kadın kolay avdır diye bir inanış var sanıyorum. Adamın o andan sonraki tavırları biraz değişti. Hatta bir an masanın altından buzlu viski çıkaracak diye çok korktum :)

Maaş beklentime konu geldiğinde dört bin net gibi bir rakam söyledim. Hatta söyler söylemez keşke beş altı bin fala deseydim de beni arama ihtimallerini iyice düşürseydim diye aklımdan geçti. Muhtemelen düşündükleri rakam iki bin gibi bir şeydi. Adam CV min üzerine bu rakamı yazdı. Ya da belki hahaha falan yazdı da ben o sırada rakamı yazdığını zannettim. Sonra iş iyice olmaz olsun diye başladım saf saf sormaya:"Özel sigortanız var mı? Yemek için sodexho ya da Ticket hangi anlaşmanız var? Servisiniz var mı?" Adam sonunda  dayanamayıp "Bakın Equalfinger Hanım, biz çalışanlarımıza bir maaş veriyoruz, bir de SSK yapıyoruz" dedi. Yüzümü buruşturup yere bakıp "Hıııı" gibi bir ses çıkardım.

Geldiğimde suratıma bakmayan adam dönerken asansöre kadar eşlik etti. Nereden taksi bulabileceğimi anlattı falan. Eşşek herif.

Neyse ki hiç aramadılar. :)

Tuesday 3 April 2012

Plan - Belirsizliği kucaklamak

Bir planım var. Anladım ki bu hayatta aksiyon bana iyi geliyor. Durmak, oturmak beklemek ve her günün bir diğerinin aynı olmasını istemiyorum. Bir film benim hayatım ve tek izleyicisi olarak bu aralar çok sıkıldım. Bir yere akmalı hayatım, değişmeli, sonra o oldu, sonra şu oldu diyebilmeliyim. Durduğu yerde durmamalı. Durdukça içim kararıyor, umutsuzluğa kapılıyorum, hatta abartmıyorum: ölüyorum. Denemeliyim, biraz çılgınlık yapmalıyım. Düşüncesi bile kalbimi karıncalandırıyor. O zaman ancak hayatımın kontrolünü elime aldığımı ve bu filmi benim yazdığımı hissedebiliyorum.

Ne yapacağım sürpriz. Biraz zamanı var anlatmamın. Niyetim, planım, programım hazır. Bir aksilik çıkmaz ise bu ay sonunda gerçekleştireceğim. Bilinmeyeni kucaklayacağım. Biraz risk alacağım. Bir miktar para kaybetmeyi, hatta sağlığımı kaybetmeyi, şimdi olduğumdan daha mutsuz ya da daha mutlu olmayı göze alacağım. Mutsuz olmak korkutmuyor ilk defa beni.

"Ama sen bunu dedin, ama sen şunu dedin ben ondan şöyle davrandım" lı ilişkilerden çıkıyorum. "Ben bunu uygun gördüm ve istediğim için yaptım" lı ilişkilere yelken açıyorum. Yeni biri yok tabii ki, ya da yeni biri var ve o benim.

İlk defa umutlu bir yazı mı yazdım ne... Sonum hayır olsun tabii ki. İşin sonunda boka batmak da var. Aksiyon istiyorum hayatımda, "ben bi zamanlar şunu yapmıştım" demek istiyorum belki de. Kimseye de söylemiyorum ki büyüsü bozulmasın. İlk defa belirsizliği kucaklıyorum ve çok umutluyum gelecekten. Ya manik depresif oldum, manik devredeyim ve sonum felaket, ya da dibe battım ve çıkmaya çalışıyorum yavaş yavaş.

Hadi hayırlısı...

Monday 2 April 2012

Orda Ne Var?

Ölümden sonra ne var?

O kadar belirsiz ki, ya bir boşluk varsa, ya da Tanrı seni sonsuz bir boşluğa koyarsa. Koşuyorun, bağırıyorsun, düşüyorsun kalkıyorsun ama hep bir sonsuz boşluktasın. Karanlık, simsiyah 3-5 boyutlu , ya da boyutsuz bir alanda tek başınasın. Mümkün değil mi sanıyorsun...
Ya da O bile yok, yok oluyorsun, hiç oluyorsun mesela. Olmaz deme, ne malum..
Tanrı yok belki, ya da terk etti seni, öbür dünyada görür müsün onu sanıyorsun..

Ne olduğunu bilen yok, anlatan var, gören yok. Gidip geldiğini iddia eden var ki, gerçekle rüyayı bazı bazı ayıramayan ben, onlara pek de inanamayacağım.

Ümidimi yitirdiğim bir anda ölmeyi istedim. Uyku hapı yuttum 6-8 tane; 8 tane de tansiyon ilacı. Uyur gibi giderim diyordum. Sonra seviklerimi bir daha görememek korkuttu beni, annemin kardeşimin eski sevgilimin üzülmeleri korkuttu, kıyamadım, boşluk - yokluk korkuttu, belirsizlik korkuttu. O an farkettim ki ümitsizliğin içinde bile minicik bir ümit varmış. Onun yok olması korkuttu beni. Yok dediğim ihtimallerin gerçekten yok olması korkuttu.

Gittim kustum. Riske attım biraz da. Ne kadarını kustuğumu bilemezdim çünkü. Riske atmak, Tanrının ellerinde uyumak gibi geldi. Ona yaklaştım ama kararı ben vermedim, ona bıraktım. Ve sabah uyandım. Beni almadı, ama bırakmış gibi de hissetmiyorum. Yaşamam mı gerek ki? Cezam mı, ödülüm mü anlamadım...